Transhümanizm ve Kontrol Edilebilir Evrim
“Transhümanizm, akıllı
yaşamın evrimini, bilim ve teknoloji yardımıyla insan formu ve sınırlarının
ötesine taşımayı amaçlayan yaşam felsefelerinin bir bütünüdür.” (Max Moore,
1990)
Öncelikle transhümanizmin
genel bir tanımını yapıp, ilgilendiği alanları açıklayarak başlamak istiyorum. Genellikle
Humanity+, H+ ya da h+ (insandan daha çok insan, geliştirilmiş insan, insanın
ötesindeki insan) olarak da adlandırılan bu entelektüel ve kültürel akım,
yaygın teknolojilerin kullanımıyla yaşlanmayı geciktirmeyi ve insanların
zihinsel, fiziksel ve psikolojik güçlerini arttırmayı hedeflemektedir. Transhümanizm
üzerine fikir yürüten düşünürler, gelişmekte olan teknolojilerin insanın temel sınırlarını
aşmasına nasıl fayda sağlayabileceğini ve bu teknolojilerin geliştirilmesi ve
kullanımındaki etik meseleleri tartışırlar. Bu tartışmalar doğrultusunda
transhümanist düşünce de farklı felsefi ya da teknolojik akımlara ayrılmıştır.
Bunların arasında teknolojik ölümsüzlüğün olası bir gerçeklik olduğuna
inananların savunduğu immortalism (ebedi hayat), gönüllü bir teslimiyet
üzerinden cinsiyetin kaldırılması gerektiğini düşünenlerin desteklediği postgenderism
(cinsiyet-üstücülük) ve insanüstü bir süper zekânın teorik olarak
yaratılabileceğini savunanların oluşturduğu singularity (teklilik ya da tümel
bilinç) gibi sürekli geliştirilen felsefi akımlar bulunmaktadır. Elbette transhümanizmin
bazı temel düşünce ve araştırma unsurları, farklı felsefi akımları temsil eden düşünürler
tarafından eleştirilmektedir. Transhümanist düşünce, kibir ve gurura yol açtığı,
uygulanabilirlik alanının sınırlı olduğu, insan bedenini küçümsediği, insan
kimliğini önemsizleştirdiği, genetik ayrımcılığa yol açtığı, ahlaka ve demokrasiye
karşı çıktığı ve baskıcı bir soyarıtımı gerçekleştirdiği için farklı çevreler
tarafından tartışılmaktadır.
Transhümanistler, nanoteknoloji,
biyoteknoloji, bilgi teknolojisi, biliş bilimi gibi günümüzde erişimi kolaylaşan
teknolojilerin yanı sıra, yapay zeka, benzer gerçeklik, tümel akıl, zeka yükleme,
kimyasal beyin koruması, cryonics (bedenin dondurulması) gibi geleceğin kuramsal
teknolojilerinin geliştirilmesini ve yaygınlaştırılmasını desteklemektedirler.
Peki
bilimkurgu romanlarının ve sinema perdelerinden tanıdığımız bilimkurgu
filmlerinin konuları olabilecek gibi görünen bu teknolojiler aslında bize ne
kadar uzak ya da ne kadar yakın? Günümüzde yaygın olarak faydalanılan ve
sürekli geliştirilmeye açık bu teknolojilerin kullanım alanlarına çok kısa
örnekler vermemiz gerekirse, bunlara protezleri, yapay organları, plastik
cerrahiyi, performans arttırıcı ilaçları (katkı ürünleri, dopingler), sanal
gerçeklik ortamlarını (bunlara en kaba haliyle 3D televizyonları ve ses
sistemlerini, etkileşimli bilgisayar oyunlarını, uçak pilotları ve astronotlar
için eğitim modüllerini örnek gösterebiliriz), ses, görüntü, hücre, şekil
tanıma teknolojilerini ekleyebiliriz. (Bu linkte
Cornell Üniversitesi Profesörü, nörolog Sheila Nirenberg’in, körlüğe getirilebilecek
bir çözüm olarak tanıttığı protez göz hakkındaki konuşmasını, Türkçe metniyle
birlikte izleyebilirsiniz. Ayrıca bu linkte,
fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı ve mühendis Todd Kuiken’in yeni nesil
robot kol olarak adlandırdığı protez hakkındaki konuşmasını, Türkçe metniyle
birlikte izleyebilirsiniz).
Günümüzde yaygın olarak
kullanılan ve artık kanıksadığımızı düşündüğümüz bu teknolojiler, aslında
transhümanizme (en azından felsefesine) çok uzak olmadığımızı da gösteriyor. Aksine
her hastalandığımızda kullandığımız ve ileri teknoloji ve araştırma ile
üretilmiş o ilaçları aldığımızda, bir kitap okumak ya da bir film izlemek için gözlüklerimizi
taktığımızda, kalbimize yerleştirilmiş bir kalp pilini ya da kulağımıza
yerleştirdiğimiz bir işitme cihazını düşündüğümüzde bunun farkına
varabiliyoruz. Aslında teknoloji ve bilimden faydalanılarak insan yaşamını
kolaylaştıran her türlü gelişim ve ilerlemeyi örnek olarak göstermemiz mümkün. Transhümanistlerin
ve karşıt görüş üretenlerin sordukları ve üzerine tartıştıkları, benim de bu
yazımı yazmama neden olan asıl soru şu: Bu gelişimin bir sonraki adımı nedir?
Yukarıda da saydığım,
ilerlemeye açık teknolojiler sayesinde bazı biyolojik (ve sınırlı da olsa bazı
psikolojik) engelleri ortadan kaldırabildiğimiz gibi, farklı durumlarda da
temel insan sınırlarımızın ötesine geçebiliyoruz. Çıplak gözle göremeyeceğimiz
gezegenleri, hücreleri görmek için teknolojik aygıtlar geliştiriyoruz, farklı
deneyimler yaşayabilmek için, kendimizin de içinde yer alabileceği sanal
gerçeklikler üretiyoruz, dünyanın farklı uçlarındaki kişilerle, farklı
yöntemlerle (telefon, internet) saniyeler içerisinde iletişim kurabiliyoruz. Artık
günümüzde kullanılan cep telefonlarının içindeki çiplerin gücü, altmışlarda
uzaya gönderilen mekiklerdeki elektronik donanımın toplam gücünden fazla. Kök
hücre aktarımı teknolojisi ile gelecekte çoğu ölümcül hastalık için bir tedavi
yöntemi geliştirilebileceğini düşünenlerin sayısı giderek artmakta.
Gelişmekte olan tüm bu
teknolojilerin, aynı zamanda kötü amaçlar için de (bilinçli ya da bilinçsiz)
kullanılabileceğini savunanlar da küçümsenemeyecek kadar fazla. Genetik
mühendislik alanındaki gelişmelerden sadece tıpta değil, aynı zamanda daha
etkin biyolojik silahların üretilmesinde de faydalanılabileceğini düşünen
kesimler de mevcut. HIV virüsünün, sıradan bir nezle salgını kadar yaygın
olabileceğini düşünmek bile insanın kanını dondurabilir. Tek bir kişinin ya da
bir grubun kontrolünde bulunan ya da en kötü senaryo ile, kendi otokontrolüne
sahip olan bir yapay zekanın, insani değerleri koruyacak ve geliştirecek bir sistem
üzerine inşa edilmediği zaman yol açabileceği yıkımı, az çok hepimiz tahmin
edebiliriz. Kendisini kopyalayabilen bir nanobotun, canlıküre üzerinde öldürücü
bir etki yaratabileceğini ve bu yüzden bu tür teknolojilerin daha sıkı düzenlemeler
ile kontrol altında tutulması gerektiğini düşünen çevreler de giderek
artmakta.
Genellikle bu apokaliptik, Frankeştaynvari senaryoların yansımaları olarak tanımlayabileceğimiz bazı bilimkurgu eserleri, filmleri ve çizgi romanları da bu tür korkuları, bilinçli ya da bilinçsiz olarak beslemekte. Çizgi roman olarak (Captain America, 1941; Transmetropolitan, 1997; The Surrogates, 2006), film olarak (2001: A Space Odyssey, 1968; Blade Runner, 1982; Gattaca, 1997); televizyon dizisi olarak (The Cybermen of Doctor Who, 1966; the Borg of Star Trek: The Next Generation, 1989); manga ve anime olarak (Galaxy Express 999, 1978; Appleseed, 1985; Ghost in the Shell, 1989; Neon Genesis Evangelion, 1995; and the Gundam metaseries, 1979) ve bilgisayar oyunları olarak (Metal Gear Solid, 1998; Deus Ex, 2000; BioShock, 2007; Crysis 2, 2011;Deus Ex: Human Revolution, 2011) örnek gösterilebilir.
Edebiyat alanında da, transhümanizim başlı başına bir akım olarak ortaya çıkmadan önce, transhümanist kavramları ve olguları içeren eserlere rastlamamız da mümkün. Bunların arasında Robert A. Heinlein’ın Lazarus Long serisini, Isaac Asimov’un Ben, Robot’unu, Arthur C. Clarke’ın Childhood’s End (Son Nesil’ini) ve Stanislaw Lem’in Cyberiad’ını saymamız mümkün. Transhümanizm kavramlarına değinen ve üzerinde tartışma yaratan diğer romanlara örnek olarak Octavia Butler’ın Xenogenesis Üçlemesi’ni, Greg Egan’ın Permütasyon Şehri ve Diaspora’sını, Michel Houellebecq’in The Elementary Particles ve The Possibility of an Island’ını ve Peter F. Hamilton’ın Commonwealth Saga’sını gösterebiliriz.
Genellikle bu apokaliptik, Frankeştaynvari senaryoların yansımaları olarak tanımlayabileceğimiz bazı bilimkurgu eserleri, filmleri ve çizgi romanları da bu tür korkuları, bilinçli ya da bilinçsiz olarak beslemekte. Çizgi roman olarak (Captain America, 1941; Transmetropolitan, 1997; The Surrogates, 2006), film olarak (2001: A Space Odyssey, 1968; Blade Runner, 1982; Gattaca, 1997); televizyon dizisi olarak (The Cybermen of Doctor Who, 1966; the Borg of Star Trek: The Next Generation, 1989); manga ve anime olarak (Galaxy Express 999, 1978; Appleseed, 1985; Ghost in the Shell, 1989; Neon Genesis Evangelion, 1995; and the Gundam metaseries, 1979) ve bilgisayar oyunları olarak (Metal Gear Solid, 1998; Deus Ex, 2000; BioShock, 2007; Crysis 2, 2011;Deus Ex: Human Revolution, 2011) örnek gösterilebilir.
Edebiyat alanında da, transhümanizim başlı başına bir akım olarak ortaya çıkmadan önce, transhümanist kavramları ve olguları içeren eserlere rastlamamız da mümkün. Bunların arasında Robert A. Heinlein’ın Lazarus Long serisini, Isaac Asimov’un Ben, Robot’unu, Arthur C. Clarke’ın Childhood’s End (Son Nesil’ini) ve Stanislaw Lem’in Cyberiad’ını saymamız mümkün. Transhümanizm kavramlarına değinen ve üzerinde tartışma yaratan diğer romanlara örnek olarak Octavia Butler’ın Xenogenesis Üçlemesi’ni, Greg Egan’ın Permütasyon Şehri ve Diaspora’sını, Michel Houellebecq’in The Elementary Particles ve The Possibility of an Island’ını ve Peter F. Hamilton’ın Commonwealth Saga’sını gösterebiliriz.
Peki kontrol edilebilir evrim
sürecine ne kadar yakınız? Aslında evrim yerine geliştirme kelimesini
kullanmanın daha açıklayıcı olacağını düşünüyordum. Çünkü evrim her zaman
gelişimi gerektirmeyen, nötr, tarafsız bir güçtür ve transhümanist düşünce
çerçevesinde gelişim temel amaçtır. Ancak kontrol edilebilir, yenilenebilir ve
geliştirilebilir bir evrim yapısına ulaşabilmek için her türlü teknolojiye,
kurama, felsefi düşünceye açık olmak ve gerekirse bu tür teknolojileri,
kuramları ve düşünceleri kısıtlayan düzenlemeleri, düşünce yapılarını ve ahlaki
değerleri sorgulamak da gerekmektedir. Şüphesiz böylesine ucu açık bir gelişim
süreci içerisinde istenmeyen, kötücül, talihsiz ve yersiz deneyimlerin yaşanması
da kaçınılmaz olacaktır. Fakat gelişimin sağlanması adına bu tür deneyimlerin
göze alınması ve bunlardan ders çıkarılarak, ‘insandan üstün bir insan
geliştirmek’ için biraz olsun hayal gücümüzün zorlanması gerekmektedir.
Ne zaman transhuman (insanötesi) olacağız? Aslında geleceğin öngörülmesi oldukça zor olsa da, bu durum insanların çabalamayı bırakacakları anlamına gelmiyor. En azından insanlığın nereye gitmesini istediğimizi biliyormuş gibi davranabiliyoruz. Koyduğumuz kanunların, geliştirdiğimiz teknolojilerin, sosyal alışkanlıklarımızın ve düşünce yapılarımızın, zaman içerisinde yoğurularak, türümüzü daha iyi bir geleceğe taşıyacağını ümit ediyoruz. Fakat sormamız gereken asıl soru, gelişim gösterdiğimizi nasıl anlayacağız?
Bir akım felsefesi olarak
transhümanizm ve transhümanizmin destekçileri yaşlanmayan bedenler,
transandantal deneyimler ve olağanüstü zihinler üzerine yoğunlaşmıştır. Transhümanizmin
farklı görüşlerinin herkes tarafından
benimsenemeyeceği de doğrudur ancak teknolojik ilerlemelerin ve politik
mücadelelerin bizi gerçek bir transhümanist geleceğe doğru götürdüğü de
yadsınamaz. Transhümanizm sadece sibernetik ve robot bedenler ile
ilgilenmemektedir. Transhümanizmin bir geçekliğe dönüşebilmesi için sosyal ve
politik ilerleme de, teknolojik ve biyolojik ilerlemeye eşlik edebilmelidir.
Peki parçaların gerçekten
yerine oturdukları o geçiş döneminin geldiğini nasıl anlayacağız?
Transhümanizme gerçekten ulaşıldığını belirten o koşullar ne olacak? Bunun kısa
yanıtını, Discover ve Slate dergileri için köşe yazarlığı yapan Kyle
Munkittrick veriyor:
1. İnsan bedenindeki bir fonksiyonun ya da yapının, tıbbi bir modifikasyon ile verimli bir biçimde dönüştürülmesi ya da değiştirilmesi.
3. İnsan dışı akıllı
varlıkların, insanlara tanınan temel haklardan faydalanabilmelerini sağlayacak,
esnek bir yönetim sistemi.
Bu sınıflandırmadan da
anlaşılabileceği gibi transhümanizme geçiş sürecinde teknolojinin ve onun nasıl
kullanılacağının aslında çok da büyük bir önemi yok. Aksine teknolojinin
hayatlarımızı ve yaşam biçimlerimizi nasıl değiştirebileceğinin eksiksiz
kavranması gerekiyor. Geleceği düşünürken genellikle teknolojiyi de ekliyoruz.
Ancak bunu yaparken, sürekli olarak gerçekten gereksiz teknolojileri (uçan
arabalar, kendi bağcıklarını bağlayan ayakkabılar, lazer silahları, vb.) düşünerek
hep aynı hatalara düşüyoruz. Bu teknolojiler hayatlarımızı, bir çamaşır
makinesinin ya da bir cep telefonunun değiştirdiği gibi etkilemeyecek. Burada
önemli olan konu, bir teknolojinin normal bir insanın hayatını nasıl değiştirebildiği.
Daha açıklayıcı bir biçimde anlatmak gerekirse, sıradan bir gün içerisinde
etkileşime geçtiğiniz insanlardan bazılarının bu tür teknolojileri
kullandıklarını gördüğünüzde, transhümanizmin göstergelerine tanıklık
ediyorsunuz demektir. Bu göstergelerin neler olabileceğine de kısaca
açıklamalarıyla birlikte bakalım:
1. Protezlerin Tercih Edilmesi:
Orijinalinden daha iyi, daha güçlü, daha sağlıklı organların ya da uzuvların
protez ya da implant olarak kullanılması. Bu koşulun en önemli kıstası,
kaliteli protezlerin kullanıcıları tarafından gönüllü bir biçimde orijinal
organların ya da uzuvların yerine geçirilmesi.
2. Daha ‘İyi’ Beyinler: Algılamayı
geliştiren ilaçlar, genetik mühendislik ve nöro-implant’ler sayesinde
kapasitesi ve işlevi arttırılmış ancak amacı değiştirilmemiş beyin gücüne
ulaşılması.
3. Yapay Destek: Yapay
zekanın ve arttırılmış gerçekliğin kişisel, günlük yaşamlara uygulanması.
Google arama motorunun ve wikipedia bilgi hazinesinin yaptığı gibi, yapay zeka
ve arttırılmış gerçeklik, düşünme ve etkileşim şekillerimizi değiştirebilir.
5. Bilinçli Üreme: İnsanlığın
çoğalma eylemi, ‘üreme’ olarak tanımlanamayacak kadar bilinçsizce ve savrukça
gerçekleştiriliyor. Üremenin temelinde, anlam olarak planlanmış bir oluşum ve
bilinçli bir yeniden hayat kazandırma yatıyor. Günümüzde biyolojik yeterliği
bulunan herkes, sonuçlarını düşünmeden çocuk sahibi olabiliyor ve bu çocukları
gelişimsel olarak yıkıcı sayılabilecek, fiziksel yetersizlik içeren ortamlarda
yetiştirebiliyor. Çocuklar, tümüyle insanlar, bundan daha fazlasını hak
ediyorlar. Bilinçli üremenin temelinde doğum kontrolü yatıyor. Kürtaj hakkı,
kaza sonucu oluşan hamilelikler ve anneye zarar gelme riski taşıyan doğumlar
için saklanabilecek. Bilinçli çocuk doğurma, yetiştirme ve büyütme, biyolojik ebeveynliğin
önüne geçtiği zaman transhumanizmin gerektirdiği gibi ‘üreyen’ bireyler
olabiliriz.
6. Benim Bedenim, Benim
Seçimim: Kanunların, düzenlemelerin ve uygulamaların, bedensel haklar üzerine
kurulması gerçeği. Kişilerin kullandıkları ilaçların (algı geliştiriciler, eğlence
amaçlı ilaçlar, steroidler, nanotek ilaçlar), hem kendi hakları hem de kendi
sorumlulukları olduğunun kavranması. Kürtajın, desteklenmiş intiharın, gönüllü
ampütasyonun, cinsiyet değişikliğinin, taşıyıcı anneliğin ve doğumun, vücut
modifikasyonlarının ve cinsel eylemlere girme hakkının kanunlar tarafından korunması.
Transhümanizm, kişilerin kendi vücutlarını koruma haklarının olmadığı bir
sistemde gerçekleşemez. Bedensel özgürlüğün, kendini ifade etme özgürlüğü gibi
korunduğu ve kutsandığı bir ortamda transhümanizm kendini geliştirebilir.
7. Halklardan Çok Kişiler:
Hak söylemlerinin, genel olarak halklardan, uluslardan, toplumlardan çıkıp
bireylere, kişilere, şahıslara uygulanması. Duyarlılık, empati, kişisel
farkındalık, alet kullanımı, sorun çözümü, sosyal davranışlar, iletişim aracı
olarak dilin kullanımı ve soyut kavramlarla mantık yürütebilme yetileri
doğrultusunda, kişisellik kıstası üzerinden hayvanlara (az gelişmiş insanlara,
yeni akıllı yaşam formlarına, vs.) çeşitli hakların tanınması.
Aslında tek tek
incelendiğinde tüm bu koşulların, transhümanizmin sağlanabilmesi için gerekli
fakat yeterli olmadıklarını söyleyebiliriz. Transhümanizm, ancak tüm bu koşullar
birlikte sağlandığında ortaya çıkabilir ve bu koşulların yakın bir gelecekte,
en azından önümüzdeki yüz yıl içerisinde gerçekleştirilebileceğinden şüphe
duyanların sayısı oldukça fazla. Yine de bu yedi koşul üzerinden değerlendirmelerimizi
yapacak olursak, transhümanist bir geleceğe doğru gidip gitmediğimizi anlamamız
mümkün olacaktır.
Referanslar:
5. Transhumanism 101 with Natasha Vita-More:
6. "The World in 2030" by Dr. Michio Kaku

