Monday, October 29, 2012





Transhümanizm ve Kontrol Edilebilir Evrim

“Transhümanizm, akıllı yaşamın evrimini, bilim ve teknoloji yardımıyla insan formu ve sınırlarının ötesine taşımayı amaçlayan yaşam felsefelerinin bir bütünüdür.” (Max Moore, 1990)

Öncelikle transhümanizmin genel bir tanımını yapıp, ilgilendiği alanları açıklayarak başlamak istiyorum. Genellikle Humanity+, H+ ya da h+ (insandan daha çok insan, geliştirilmiş insan, insanın ötesindeki insan) olarak da adlandırılan bu entelektüel ve kültürel akım, yaygın teknolojilerin kullanımıyla yaşlanmayı geciktirmeyi ve insanların zihinsel, fiziksel ve psikolojik güçlerini arttırmayı hedeflemektedir. Transhümanizm üzerine fikir yürüten düşünürler, gelişmekte olan teknolojilerin insanın temel sınırlarını aşmasına nasıl fayda sağlayabileceğini ve bu teknolojilerin geliştirilmesi ve kullanımındaki etik meseleleri tartışırlar. Bu tartışmalar doğrultusunda transhümanist düşünce de farklı felsefi ya da teknolojik akımlara ayrılmıştır. Bunların arasında teknolojik ölümsüzlüğün olası bir gerçeklik olduğuna inananların savunduğu immortalism (ebedi hayat), gönüllü bir teslimiyet üzerinden cinsiyetin kaldırılması gerektiğini düşünenlerin desteklediği postgenderism (cinsiyet-üstücülük) ve insanüstü bir süper zekânın teorik olarak yaratılabileceğini savunanların oluşturduğu singularity (teklilik ya da tümel bilinç) gibi sürekli geliştirilen felsefi akımlar bulunmaktadır. Elbette transhümanizmin bazı temel düşünce ve araştırma unsurları, farklı felsefi akımları temsil eden düşünürler tarafından eleştirilmektedir. Transhümanist düşünce, kibir ve gurura yol açtığı, uygulanabilirlik alanının sınırlı olduğu, insan bedenini küçümsediği, insan kimliğini önemsizleştirdiği, genetik ayrımcılığa yol açtığı, ahlaka ve demokrasiye karşı çıktığı ve baskıcı bir soyarıtımı gerçekleştirdiği için farklı çevreler tarafından tartışılmaktadır.

Transhümanistler, nanoteknoloji, biyoteknoloji, bilgi teknolojisi, biliş bilimi gibi günümüzde erişimi kolaylaşan teknolojilerin yanı sıra, yapay zeka, benzer gerçeklik, tümel akıl, zeka yükleme, kimyasal beyin koruması, cryonics (bedenin dondurulması) gibi geleceğin kuramsal teknolojilerinin geliştirilmesini ve yaygınlaştırılmasını desteklemektedirler.





Peki bilimkurgu romanlarının ve sinema perdelerinden tanıdığımız bilimkurgu filmlerinin konuları olabilecek gibi görünen bu teknolojiler aslında bize ne kadar uzak ya da ne kadar yakın? Günümüzde yaygın olarak faydalanılan ve sürekli geliştirilmeye açık bu teknolojilerin kullanım alanlarına çok kısa örnekler vermemiz gerekirse, bunlara protezleri, yapay organları, plastik cerrahiyi, performans arttırıcı ilaçları (katkı ürünleri, dopingler), sanal gerçeklik ortamlarını (bunlara en kaba haliyle 3D televizyonları ve ses sistemlerini, etkileşimli bilgisayar oyunlarını, uçak pilotları ve astronotlar için eğitim modüllerini örnek gösterebiliriz), ses, görüntü, hücre, şekil tanıma teknolojilerini ekleyebiliriz. (Bu linkte Cornell Üniversitesi Profesörü, nörolog Sheila Nirenberg’in, körlüğe getirilebilecek bir çözüm olarak tanıttığı protez göz hakkındaki konuşmasını, Türkçe metniyle birlikte izleyebilirsiniz. Ayrıca bu linkte, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı ve mühendis Todd Kuiken’in yeni nesil robot kol olarak adlandırdığı protez hakkındaki konuşmasını, Türkçe metniyle birlikte izleyebilirsiniz).




Günümüzde yaygın olarak kullanılan ve artık kanıksadığımızı düşündüğümüz bu teknolojiler, aslında transhümanizme (en azından felsefesine) çok uzak olmadığımızı da gösteriyor. Aksine her hastalandığımızda kullandığımız ve ileri teknoloji ve araştırma ile üretilmiş o ilaçları aldığımızda, bir kitap okumak ya da bir film izlemek için gözlüklerimizi taktığımızda, kalbimize yerleştirilmiş bir kalp pilini ya da kulağımıza yerleştirdiğimiz bir işitme cihazını düşündüğümüzde bunun farkına varabiliyoruz. Aslında teknoloji ve bilimden faydalanılarak insan yaşamını kolaylaştıran her türlü gelişim ve ilerlemeyi örnek olarak göstermemiz mümkün. Transhümanistlerin ve karşıt görüş üretenlerin sordukları ve üzerine tartıştıkları, benim de bu yazımı yazmama neden olan asıl soru şu: Bu gelişimin bir sonraki adımı nedir?

Yukarıda da saydığım, ilerlemeye açık teknolojiler sayesinde bazı biyolojik (ve sınırlı da olsa bazı psikolojik) engelleri ortadan kaldırabildiğimiz gibi, farklı durumlarda da temel insan sınırlarımızın ötesine geçebiliyoruz. Çıplak gözle göremeyeceğimiz gezegenleri, hücreleri görmek için teknolojik aygıtlar geliştiriyoruz, farklı deneyimler yaşayabilmek için, kendimizin de içinde yer alabileceği sanal gerçeklikler üretiyoruz, dünyanın farklı uçlarındaki kişilerle, farklı yöntemlerle (telefon, internet) saniyeler içerisinde iletişim kurabiliyoruz. Artık günümüzde kullanılan cep telefonlarının içindeki çiplerin gücü, altmışlarda uzaya gönderilen mekiklerdeki elektronik donanımın toplam gücünden fazla. Kök hücre aktarımı teknolojisi ile gelecekte çoğu ölümcül hastalık için bir tedavi yöntemi geliştirilebileceğini düşünenlerin sayısı giderek artmakta.

Gelişmekte olan tüm bu teknolojilerin, aynı zamanda kötü amaçlar için de (bilinçli ya da bilinçsiz) kullanılabileceğini savunanlar da küçümsenemeyecek kadar fazla. Genetik mühendislik alanındaki gelişmelerden sadece tıpta değil, aynı zamanda daha etkin biyolojik silahların üretilmesinde de faydalanılabileceğini düşünen kesimler de mevcut. HIV virüsünün, sıradan bir nezle salgını kadar yaygın olabileceğini düşünmek bile insanın kanını dondurabilir. Tek bir kişinin ya da bir grubun kontrolünde bulunan ya da en kötü senaryo ile, kendi otokontrolüne sahip olan bir yapay zekanın, insani değerleri koruyacak ve geliştirecek bir sistem üzerine inşa edilmediği zaman yol açabileceği yıkımı, az çok hepimiz tahmin edebiliriz. Kendisini kopyalayabilen bir nanobotun, canlıküre üzerinde öldürücü bir etki yaratabileceğini ve bu yüzden bu tür teknolojilerin daha sıkı düzenlemeler ile kontrol altında tutulması gerektiğini düşünen çevreler de giderek artmakta.

Genellikle bu apokaliptik, Frankeştaynvari senaryoların yansımaları olarak tanımlayabileceğimiz bazı bilimkurgu eserleri, filmleri ve çizgi romanları da bu tür korkuları, bilinçli ya da bilinçsiz olarak beslemekte. Çizgi roman olarak (Captain America, 1941; Transmetropolitan, 1997; The Surrogates, 2006), film olarak (2001: A Space Odyssey, 1968; Blade Runner, 1982; Gattaca, 1997); televizyon dizisi olarak (The Cybermen of Doctor Who, 1966; the Borg of Star Trek: The Next Generation, 1989); manga ve anime olarak (Galaxy Express 999, 1978; Appleseed, 1985; Ghost in the Shell, 1989; Neon Genesis Evangelion, 1995; and the Gundam metaseries, 1979) ve bilgisayar oyunları olarak (Metal Gear Solid, 1998; Deus Ex, 2000; BioShock, 2007; Crysis 2, 2011;Deus Ex: Human Revolution, 2011) örnek gösterilebilir.

Edebiyat alanında da, transhümanizim başlı başına bir akım olarak ortaya çıkmadan önce, transhümanist kavramları ve olguları içeren eserlere rastlamamız da mümkün. Bunların arasında Robert A. Heinlein’ın Lazarus Long serisini, Isaac Asimov’un Ben, Robot’unu, Arthur C. Clarke’ın Childhood’s End (Son Nesil’ini) ve Stanislaw Lem’in Cyberiad’ını saymamız mümkün. Transhümanizm kavramlarına değinen ve üzerinde tartışma yaratan diğer romanlara örnek olarak Octavia Butler’ın Xenogenesis Üçlemesi’ni, Greg Egan’ın Permütasyon Şehri ve Diaspora’sını, Michel Houellebecq’in The Elementary Particles ve The Possibility of an Island’ını ve Peter F. Hamilton’ın Commonwealth Saga’sını gösterebiliriz.



Peki kontrol edilebilir evrim sürecine ne kadar yakınız? Aslında evrim yerine geliştirme kelimesini kullanmanın daha açıklayıcı olacağını düşünüyordum. Çünkü evrim her zaman gelişimi gerektirmeyen, nötr, tarafsız bir güçtür ve transhümanist düşünce çerçevesinde gelişim temel amaçtır. Ancak kontrol edilebilir, yenilenebilir ve geliştirilebilir bir evrim yapısına ulaşabilmek için her türlü teknolojiye, kurama, felsefi düşünceye açık olmak ve gerekirse bu tür teknolojileri, kuramları ve düşünceleri kısıtlayan düzenlemeleri, düşünce yapılarını ve ahlaki değerleri sorgulamak da gerekmektedir. Şüphesiz böylesine ucu açık bir gelişim süreci içerisinde istenmeyen, kötücül, talihsiz ve yersiz deneyimlerin yaşanması da kaçınılmaz olacaktır. Fakat gelişimin sağlanması adına bu tür deneyimlerin göze alınması ve bunlardan ders çıkarılarak, ‘insandan üstün bir insan geliştirmek’ için biraz olsun hayal gücümüzün zorlanması gerekmektedir.

Ne zaman transhuman (insanötesi) olacağız? Aslında geleceğin öngörülmesi oldukça zor olsa da, bu durum insanların çabalamayı bırakacakları anlamına gelmiyor. En azından insanlığın nereye gitmesini istediğimizi biliyormuş gibi davranabiliyoruz. Koyduğumuz kanunların, geliştirdiğimiz teknolojilerin, sosyal alışkanlıklarımızın ve düşünce yapılarımızın, zaman içerisinde yoğurularak, türümüzü daha iyi bir geleceğe taşıyacağını ümit ediyoruz. Fakat sormamız gereken asıl soru, gelişim gösterdiğimizi nasıl anlayacağız?


Bir akım felsefesi olarak transhümanizm ve transhümanizmin destekçileri yaşlanmayan bedenler, transandantal deneyimler ve olağanüstü zihinler üzerine yoğunlaşmıştır. Transhümanizmin farklı görüşlerinin herkes  tarafından benimsenemeyeceği de doğrudur ancak teknolojik ilerlemelerin ve politik mücadelelerin bizi gerçek bir transhümanist geleceğe doğru götürdüğü de yadsınamaz. Transhümanizm sadece sibernetik ve robot bedenler ile ilgilenmemektedir. Transhümanizmin bir geçekliğe dönüşebilmesi için sosyal ve politik ilerleme de, teknolojik ve biyolojik ilerlemeye eşlik edebilmelidir.

Peki parçaların gerçekten yerine oturdukları o geçiş döneminin geldiğini nasıl anlayacağız? Transhümanizme gerçekten ulaşıldığını belirten o koşullar ne olacak? Bunun kısa yanıtını, Discover ve Slate dergileri için köşe yazarlığı yapan Kyle Munkittrick veriyor:

1. İnsan bedenindeki bir fonksiyonun ya da yapının, tıbbi bir modifikasyon ile verimli bir biçimde dönüştürülmesi ya da değiştirilmesi.

2. Yaşlanmanın, sosyal anlayışa göre ‘gereklilik nedeni’ olmaktan çıkıp bir hastalıkmış gibi algılanması.

3. İnsan dışı akıllı varlıkların, insanlara tanınan temel haklardan faydalanabilmelerini sağlayacak, esnek bir yönetim sistemi.

Bu sınıflandırmadan da anlaşılabileceği gibi transhümanizme geçiş sürecinde teknolojinin ve onun nasıl kullanılacağının aslında çok da büyük bir önemi yok. Aksine teknolojinin hayatlarımızı ve yaşam biçimlerimizi nasıl değiştirebileceğinin eksiksiz kavranması gerekiyor. Geleceği düşünürken genellikle teknolojiyi de ekliyoruz. Ancak bunu yaparken, sürekli olarak gerçekten gereksiz teknolojileri (uçan arabalar, kendi bağcıklarını bağlayan ayakkabılar, lazer silahları, vb.) düşünerek hep aynı hatalara düşüyoruz. Bu teknolojiler hayatlarımızı, bir çamaşır makinesinin ya da bir cep telefonunun değiştirdiği gibi etkilemeyecek. Burada önemli olan konu, bir teknolojinin normal bir insanın hayatını nasıl değiştirebildiği. Daha açıklayıcı bir biçimde anlatmak gerekirse, sıradan bir gün içerisinde etkileşime geçtiğiniz insanlardan bazılarının bu tür teknolojileri kullandıklarını gördüğünüzde, transhümanizmin göstergelerine tanıklık ediyorsunuz demektir. Bu göstergelerin neler olabileceğine de kısaca açıklamalarıyla birlikte bakalım:

1. Protezlerin Tercih Edilmesi: Orijinalinden daha iyi, daha güçlü, daha sağlıklı organların ya da uzuvların protez ya da implant olarak kullanılması. Bu koşulun en önemli kıstası, kaliteli protezlerin kullanıcıları tarafından gönüllü bir biçimde orijinal organların ya da uzuvların yerine geçirilmesi.

2. Daha ‘İyi’ Beyinler: Algılamayı geliştiren ilaçlar, genetik mühendislik ve nöro-implant’ler sayesinde kapasitesi ve işlevi arttırılmış ancak amacı değiştirilmemiş beyin gücüne ulaşılması.

3. Yapay Destek: Yapay zekanın ve arttırılmış gerçekliğin kişisel, günlük yaşamlara uygulanması. Google arama motorunun ve wikipedia bilgi hazinesinin yaptığı gibi, yapay zeka ve arttırılmış gerçeklik, düşünme ve etkileşim şekillerimizi değiştirebilir.

4. Muazzam Ortalama Ömür: Nanoteknoloji ya da genetik mühendislik ya da sentetik organlar yoluyla insanların tahmini ortalama yaşam süreleri 120 yılı aştığında, transhümanizmin gerektirdiği uzun yaşam koşulları da sağlanmış olacak.

5. Bilinçli Üreme: İnsanlığın çoğalma eylemi, ‘üreme’ olarak tanımlanamayacak kadar bilinçsizce ve savrukça gerçekleştiriliyor. Üremenin temelinde, anlam olarak planlanmış bir oluşum ve bilinçli bir yeniden hayat kazandırma yatıyor. Günümüzde biyolojik yeterliği bulunan herkes, sonuçlarını düşünmeden çocuk sahibi olabiliyor ve bu çocukları gelişimsel olarak yıkıcı sayılabilecek, fiziksel yetersizlik içeren ortamlarda yetiştirebiliyor. Çocuklar, tümüyle insanlar, bundan daha fazlasını hak ediyorlar. Bilinçli üremenin temelinde doğum kontrolü yatıyor. Kürtaj hakkı, kaza sonucu oluşan hamilelikler ve anneye zarar gelme riski taşıyan doğumlar için saklanabilecek. Bilinçli çocuk doğurma, yetiştirme ve büyütme, biyolojik ebeveynliğin önüne geçtiği zaman transhumanizmin gerektirdiği gibi ‘üreyen’ bireyler olabiliriz.

6. Benim Bedenim, Benim Seçimim: Kanunların, düzenlemelerin ve uygulamaların, bedensel haklar üzerine kurulması gerçeği. Kişilerin kullandıkları ilaçların (algı geliştiriciler, eğlence amaçlı ilaçlar, steroidler, nanotek ilaçlar), hem kendi hakları hem de kendi sorumlulukları olduğunun kavranması. Kürtajın, desteklenmiş intiharın, gönüllü ampütasyonun, cinsiyet değişikliğinin, taşıyıcı anneliğin ve doğumun, vücut modifikasyonlarının ve cinsel eylemlere girme hakkının kanunlar tarafından korunması. Transhümanizm, kişilerin kendi vücutlarını koruma haklarının olmadığı bir sistemde gerçekleşemez. Bedensel özgürlüğün, kendini ifade etme özgürlüğü gibi korunduğu ve kutsandığı bir ortamda transhümanizm kendini geliştirebilir.

7. Halklardan Çok Kişiler: Hak söylemlerinin, genel olarak halklardan, uluslardan, toplumlardan çıkıp bireylere, kişilere, şahıslara uygulanması. Duyarlılık, empati, kişisel farkındalık, alet kullanımı, sorun çözümü, sosyal davranışlar, iletişim aracı olarak dilin kullanımı ve soyut kavramlarla mantık yürütebilme yetileri doğrultusunda, kişisellik kıstası üzerinden hayvanlara (az gelişmiş insanlara, yeni akıllı yaşam formlarına, vs.) çeşitli hakların tanınması.

Aslında tek tek incelendiğinde tüm bu koşulların, transhümanizmin sağlanabilmesi için gerekli fakat yeterli olmadıklarını söyleyebiliriz. Transhümanizm, ancak tüm bu koşullar birlikte sağlandığında ortaya çıkabilir ve bu koşulların yakın bir gelecekte, en azından önümüzdeki yüz yıl içerisinde gerçekleştirilebileceğinden şüphe duyanların sayısı oldukça fazla. Yine de bu yedi koşul üzerinden değerlendirmelerimizi yapacak olursak, transhümanist bir geleceğe doğru gidip gitmediğimizi anlamamız mümkün olacaktır.