En İyi 10 Grafik Roman
Öncelikle çizgi roman ve
grafik roman arasındaki farkı belirterek başlayayım. Grafik roman kimi zaman
hikaye ve kurgunun karmaşıklığı, kimi zaman çizgilerin detaycı ve sofistike
oluşu (zaman zaman yağlı boya tekniklerinden de yararlanılıyor), kimi zaman da
basıldığı malzemenin kalitesi ve kağıt ölçüleri açısından çizgi romandan
farklılık gösterir. Aslında 80’lerin sonlarına doğu ortaya çıkan bu terim,
içerik açısından çok daha kışkırtıcı, düşündürücü, grafik şiddet ve cinsellik
barındıran ve genellikle yetişkinlere hitap eden çizgi romanlar için
kullanılır. Çoğu grafik romanın oturmuş bir hikaye örgüsü, farklı karakterler
aracılığıyla hikayelere getirdiği farklı bakış açıları ve ara sıra olağanüstü
başarılar gösterseler de, süper kahramanlıktan çok uzak, gerçekçilikle
özdeşleşmiş, hayata dair karakterleri vardır.
Çizgi romanlar ile
aralarındaki en belirgin farklılıkları açıkladık. Peki grafik romanların,
‘roman’ romanlardan farkı nedir? Haliyle en büyük fark çizgilerde yatıyor. Ne
kadar göreceli olsa da, bunun hem olumlu hem de olumsuz sayılabilecek yönleri
var. Bir romanda kelimelerin dokusuna ve hayal gücünüze göre yarattığınız
imgelemler, grafik romanda sanki zorla zihninize yerleştiriliyormuş gibi
hissedersiniz. Bu anlatım aracının en büyük gücü ise, yine zihninize
yerleştirdiği renklerin, çizgilerin ve sembollerin yardımıyla bilinçaltınızı harekete
geçirmektir. Bir vahşet sahnesini kelimelerle özümsemek yerine, çizgilerin ve
renklerin gücünden beslenerek bilinçaltınıza aldığınız zaman bunun etkisinden
uzun süre kurtulamazsınız. Belki de grafik romanın en güçlü yanı, sayfalarca
cümlenin yarım yamalak anlatabileceği bir sahneyi tek bir karede, çarpıcı bir
biçimde özetleyebilmesidir. Bu türün popülerliğinin giderek arttığını gösteren
en iyi örnek ise, Alison Bechdel’in 2006 yılında çıkarttığı “Fun Home” isimli
yarı otobiyografik grafik romanının, Time dergisi tarafından yılın en iyi on
romanı arasına alınmış olması.
Not: En beğendiğim grafik
romanlardan oluşan bu listeyi hazırlarken süper kahraman hikâyelerinin
anlatıldığı eserleri eklemekten kaçındım.
1. Persepolis
Marjane Satrapi’nin
çocukluktan ergenlik çağına kadar, İslami Devrim sırasında ve sonrasında
yaşadıklarını anlattığı, otobiyografik grafik romanı. 2007 yılında çekilen
filmi ile animasyon film dalında Oscar’a da aday olmuştu. Okurken oldukça
etkilendiğimi ve yaşadığım coğrafya ile de zaman zaman bir paralellik kurduğumu
söyleyebilirim. Satrapi’nin eseri hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklıyor:
“İran, bu eski büyük uygarlık çoğunlukla fundamentalizm, fanatizm ve terörizm
ile birlikte tartışıldı. Hayatının yarısından fazlasını İran'da geçirmiş bir
İranlı olarak biliyorum ki bu imaj gerçeklikten çok uzaktır. İşte bu nedenle Persepolis'i
yazmak benim için bu denli önemliydi. Bütün bir ulusun birkaç köktendincinin
günahlarıyla yargılanmaması gerektiğine inanıyorum. Aynı zamanda özgürlüğü
savunurken hayatlarını cezaevinde yitiren, Irak'a karşı savaşta ölen, farklı
baskıcı rejimler altında acı çeken ya da ailelerini terk etmek ve
memleketlerinden kaçmak zorunda kalmış İranlıların da unutulmasını istemiyorum.”
2. Transmetropolitan
Warren Ellis tarafından yazılmış,
Darick Robertson tarafından çizilmiş bu grafik roman yayınlandığından çok az
satmış ancak altmış sayılık macerasından sonraki iki üç yıl içerisinde bir kült
haline dönüştürülmüş. Ellis’in bir anti-kahraman olarak yarattığı Spider Jerusalem
ismindeki gonzo gazetecisini, beş sene uzak kaldığı The City’e geri dönüp ve
haber ve habercilik üzerinden geleceği sorgulamaya çalışırken takip ediyoruz. Siberpunk
ve transhümanizm öğeleriyle dolu bu süreç boyunca karşılaştığı ve şehirle
birlikte vücut bulan bir ‘pislik’ içerisinde bu anti-kahraman yavaş yavaş da
olsa bir kahramana dönüşüyor. Darick Robertson’ın çizgilerinin de şehre
olağanüstü bir canlılık verdiğini ve şehrin de aslında kurgu içerisinde önemli
bir karakter gibi yansıtıldığını da (Blade Runner’ın 2019 Los Angeles’ı gibi)
eklemem gerek.
3. Sandman
Her ne kadar gereğinden ve
hak ettiğinden fazla övüldüğünü ve artık norm belirleyen bir endüstri standardı
haline getirildiğini düşünüyor olsam da, Neil Gaiman’ın yazdığı ve dünyanın en
ünlü çizerlerinin çizgileriyle canlandırdığı 10 ciltlik Sandman serisini kesinlikle
okunması gereken bir eser olarak düşünenlerdenim. Endless ailesinin yedi
bireyinin hikâyelerinin anlatıldığı bu grafik roman, aldığı sayısız ödül,
hakkında yazılmış yüzlerce akademik makale ve üzerine övgü şeklinde çıkartılmış
onlarca çizgi roman ile karanlık ve rüyamsı bir fantastik kurgu başyapıtı
olarak değerlendirilir. Endless ailesinin yedi kardeşinin her biri için
tanımlayıcı olan ve aynı zamanda güçlerinin simgesi haline gelmiş sembolleri
şunlardır: Destiny(kader) için book(kitap), Death(ölüm) için ankh, Dream(rüya)
için helmet(miğfer), Destruction(yıkım) için sword(kılıç), Desire(arzu) için
heart(yürek), Despair(umutsuzluk) için ring with a hook(kancalı yüzük), Delirium(delilik)
içinse chaotic pattern (karmakarışık desen.
4. From Hell
Alan Moore’un yazdığı ve
Eddie Campbell’in çizgileriyle hayat verdiği bu karanlık grafik roman, 1880’lerin
sonunda Londra’yı dehşete boğmuş bir seri katil olan Jack The Ripper’ın
(Karındeşen Jack’in) kimliğini ve eğilimlerini açığa çıkartmaya uğraşan bir
müfettişin başından geçenleri konu alıyor. 527 sayfalık bu grafik roman, 1800’lerin
sonunda yaklaşmakta olan kapitalist düzene yaptığı göndermeleri, İngiliz
Kraliyet Ailesi ve tebaasını eleştirdiği anlatımları ve yozlaşmış toplum hicvi
ile sıradan bir polisiyeden çok daha fazlasını sunuyor. Alan Moore’un bu
eserinin belki de en ilgi çekici yanı, döneme damgasını vurmuş birçok ünlü
kişinin olaylarla uzaktan ya da yakından bağlantılı olduğunun vurgulanması. Bu
ünlü kişiler arasında Fil Adam Joseph Merrick, Oscar Wilde, William Morris,
Walter Sickert ve bir ara kısa pantolonu ve elma şekeri ile polisin karşına
geçip, onlara büyü ve sihir hakkında bir ders veren Aleister Crowley de var.
5. V for Vendetta
Yine Alan Moore’un yazdığı
ve bu sefer muhteşem çizgileriyle David Lloyd’un kâğıda döktüğü bu on bölümlük
grafik roman, 1980’ler İngiltere’sine distopik bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Anarşinin
tanımına Thatcher İngilteresi üzerinden bakmamızı sağlayan, renkleri ve çizgileri
ile okuyucunun bilinçaltını kamçılayan ve grafik roman sanatının doruk
noktalarından biri kabul edilen bu eser, biraz da kötü bir uyarlamayla sinemaya
aktarılmış ve yine de büyük beğeni toplamıştı.
6. Y: The Last Man
Prince of Baghdad, Ex
Machina ve Saga gibi birbirinden ilginç işlere imza atan Brian K. Vaughan’nın
yazdığı ve Pia Guerra’nın çizdiği bu grafik roman serisi, dünya üzerindeki
bütün erkek memelilerin ölmesi üzerine hayatta kalan tek bir erkeğin başından
geçenleri, distopik bir gelecek ve anaerkil bir toplum çerçevesinden sunuyor. Fortune
dergisi tarafından dünyanın en zenginleri arasından gösterilen 500 kişinin 495’i,
makine, elektrik ve inşaat işleriyle ilgilenen tüm işçilerin ve mühendislerin
%99’u ve politikacıların %90’ı, ‘Y’ kromozomunu etkileyen bir virüs yüzünden
ölünce, hayatta kalan tek erkek olarak yaşamak, aslında o kadar da keyifli bir
tatil olmaktan çıkıyor. Kesinlikle kaçırılmaması gereken bir hiciv olarak
okumanızı tavsiye ederim.
Bu muhteşem destanı buraya
taşımasam kendimi suçlu hissedebilirdim. Katsuhiro Otomo’nun hem yazdığı hem de
çizdiği bu 2180 sayfalık manga grafik roman, 2019 yılında (Blade Runner’a bir
gönderme mi acaba?) bir nükleer bomba sonrası başlayan 3. Dünya Savaşı
sırasında Tokyo’da yaşananları anlatıyor. Çizgilerinin etkisinden saatlerce
kurtulamayacağınız bu kült eser, siberpunk görselliğinin doruk noktası olarak
anılır.
8. Fables
Bill Willingham’ın yazdığı
ve DC Comics bünyesinde çalışan farklı sanatçıların çizdiği, naiflik ile şiddet
içeren görsel anlatım arasında gidip gelen, masalımsı bir grafik roman Fables.
Aralarında Pamuk Prenses, Beyaz Atlı Prens, Kötü Kurt ve Pinokyo gibi masal kahramanlarının
ve karakterlerinin bulunduğu ve kendilerine Fables adına veren bir grup, masal ülkeleri
‘Adversary’ olarak bilinen ancak kimliği açıklanmayan birisi tarafından işgal
edilince insanların dünyasına (kendi deyimleriyle mundy world’e) kaçar. New York
şehir merkezinde kaçarlarken yanlarında getirebildikleri servetleri ve farklı
sihirleri ile Woodland Apartments olarak bilinen bir komün kurarlar.
9. Hellblazer: John
Constantine
İlk olarak Alan Moore
tarafından yaratılan ve daha sonra, aralarında Garth Ennis, Mike Cary ve Warren
Ellis gibi yazarların olduğu bir yaratıcı kadro tarafından sürdürülen bu grafik
romanda, bir anti kahraman olarak değerlendirebileceğimiz John Constantine’in
maceralarını izliyoruz. Asıl amacı insanlığın iyiliği için mücadele etmek olan
bu kahraman, hedefine ulaşmak için üçkâğıtçılığını, düzenbazlığını ve riyakârlığını
kullanırken yeri geldiğinde de arkadaşlarını yüzüstü bırakmaktan çekinmiyor.
Günde üç paket sigara içen, trençkotlu, karizmatik bir büyücü olan John
Constantine aslında bu adi kişiliğine rağmen karanlık güçlerle dünyamız
arasında durmayı başaran, beyaz zırhlı bir şövalyedir. İçerik açısından gelmiş
geçmiş en iyi grafik romanlar listesinde belki üst sıralarda kendisine yer
bulamayacak olsa da, John Constantine karakteri çizgi roman dünyasının yaratmış
olduğu en çarpıcı karakterlerden biridir.
10. The Walking Dead
Robert Kirkman tarafından
kaleme alınan ve önceleri Tony Moore ve daha sonra da Charlie Adlard’ın çizer
olarak üzerinde çalıştığı, zombi apokalipsi türünde bir grafik roman. Oldukça
sıradan görünen bu konu, hikâye ilerledikçe zombi salgınının nedenlerine değinmekten
çok, anti toplum temalarıyla örülü bir doğalcılık içerisindeki muhteşem
karakter gelişimleri ve değer yargılarının sorgulanmasıyla okuru içine çekiyor.
Referanslar:


.jpg)
