Saturday, January 12, 2013




En İyi 10 Grafik Roman

Öncelikle çizgi roman ve grafik roman arasındaki farkı belirterek başlayayım. Grafik roman kimi zaman hikaye ve kurgunun karmaşıklığı, kimi zaman çizgilerin detaycı ve sofistike oluşu (zaman zaman yağlı boya tekniklerinden de yararlanılıyor), kimi zaman da basıldığı malzemenin kalitesi ve kağıt ölçüleri açısından çizgi romandan farklılık gösterir. Aslında 80’lerin sonlarına doğu ortaya çıkan bu terim, içerik açısından çok daha kışkırtıcı, düşündürücü, grafik şiddet ve cinsellik barındıran ve genellikle yetişkinlere hitap eden çizgi romanlar için kullanılır. Çoğu grafik romanın oturmuş bir hikaye örgüsü, farklı karakterler aracılığıyla hikayelere getirdiği farklı bakış açıları ve ara sıra olağanüstü başarılar gösterseler de, süper kahramanlıktan çok uzak, gerçekçilikle özdeşleşmiş, hayata dair karakterleri vardır.

Çizgi romanlar ile aralarındaki en belirgin farklılıkları açıkladık. Peki grafik romanların, ‘roman’ romanlardan farkı nedir? Haliyle en büyük fark çizgilerde yatıyor. Ne kadar göreceli olsa da, bunun hem olumlu hem de olumsuz sayılabilecek yönleri var. Bir romanda kelimelerin dokusuna ve hayal gücünüze göre yarattığınız imgelemler, grafik romanda sanki zorla zihninize yerleştiriliyormuş gibi hissedersiniz. Bu anlatım aracının en büyük gücü ise, yine zihninize yerleştirdiği renklerin, çizgilerin ve sembollerin yardımıyla bilinçaltınızı harekete geçirmektir. Bir vahşet sahnesini kelimelerle özümsemek yerine, çizgilerin ve renklerin gücünden beslenerek bilinçaltınıza aldığınız zaman bunun etkisinden uzun süre kurtulamazsınız. Belki de grafik romanın en güçlü yanı, sayfalarca cümlenin yarım yamalak anlatabileceği bir sahneyi tek bir karede, çarpıcı bir biçimde özetleyebilmesidir. Bu türün popülerliğinin giderek arttığını gösteren en iyi örnek ise, Alison Bechdel’in 2006 yılında çıkarttığı “Fun Home” isimli yarı otobiyografik grafik romanının, Time dergisi tarafından yılın en iyi on romanı arasına alınmış olması.

Not: En beğendiğim grafik romanlardan oluşan bu listeyi hazırlarken süper kahraman hikâyelerinin anlatıldığı eserleri eklemekten kaçındım.

1. Persepolis
Marjane Satrapi’nin çocukluktan ergenlik çağına kadar, İslami Devrim sırasında ve sonrasında yaşadıklarını anlattığı, otobiyografik grafik romanı. 2007 yılında çekilen filmi ile animasyon film dalında Oscar’a da aday olmuştu. Okurken oldukça etkilendiğimi ve yaşadığım coğrafya ile de zaman zaman bir paralellik kurduğumu söyleyebilirim. Satrapi’nin eseri hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklıyor: “İran, bu eski büyük uygarlık çoğunlukla fundamentalizm, fanatizm ve terörizm ile birlikte tartışıldı. Hayatının yarısından fazlasını İran'da geçirmiş bir İranlı olarak biliyorum ki bu imaj gerçeklikten çok uzaktır. İşte bu nedenle Persepolis'i yazmak benim için bu denli önemliydi. Bütün bir ulusun birkaç köktendincinin günahlarıyla yargılanmaması gerektiğine inanıyorum. Aynı zamanda özgürlüğü savunurken hayatlarını cezaevinde yitiren, Irak'a karşı savaşta ölen, farklı baskıcı rejimler altında acı çeken ya da ailelerini terk etmek ve memleketlerinden kaçmak zorunda kalmış İranlıların da unutulmasını istemiyorum.”

2. Transmetropolitan
Warren Ellis tarafından yazılmış, Darick Robertson tarafından çizilmiş bu grafik roman yayınlandığından çok az satmış ancak altmış sayılık macerasından sonraki iki üç yıl içerisinde bir kült haline dönüştürülmüş. Ellis’in bir anti-kahraman olarak yarattığı Spider Jerusalem ismindeki gonzo gazetecisini, beş sene uzak kaldığı The City’e geri dönüp ve haber ve habercilik üzerinden geleceği sorgulamaya çalışırken takip ediyoruz. Siberpunk ve transhümanizm öğeleriyle dolu bu süreç boyunca karşılaştığı ve şehirle birlikte vücut bulan bir ‘pislik’ içerisinde bu anti-kahraman yavaş yavaş da olsa bir kahramana dönüşüyor. Darick Robertson’ın çizgilerinin de şehre olağanüstü bir canlılık verdiğini ve şehrin de aslında kurgu içerisinde önemli bir karakter gibi yansıtıldığını da (Blade Runner’ın 2019 Los Angeles’ı gibi) eklemem gerek.



3. Sandman
Her ne kadar gereğinden ve hak ettiğinden fazla övüldüğünü ve artık norm belirleyen bir endüstri standardı haline getirildiğini düşünüyor olsam da, Neil Gaiman’ın yazdığı ve dünyanın en ünlü çizerlerinin çizgileriyle canlandırdığı 10 ciltlik Sandman serisini kesinlikle okunması gereken bir eser olarak düşünenlerdenim. Endless ailesinin yedi bireyinin hikâyelerinin anlatıldığı bu grafik roman, aldığı sayısız ödül, hakkında yazılmış yüzlerce akademik makale ve üzerine övgü şeklinde çıkartılmış onlarca çizgi roman ile karanlık ve rüyamsı bir fantastik kurgu başyapıtı olarak değerlendirilir. Endless ailesinin yedi kardeşinin her biri için tanımlayıcı olan ve aynı zamanda güçlerinin simgesi haline gelmiş sembolleri şunlardır: Destiny(kader) için book(kitap), Death(ölüm) için ankh, Dream(rüya) için helmet(miğfer), Destruction(yıkım) için sword(kılıç), Desire(arzu) için heart(yürek), Despair(umutsuzluk) için ring with a hook(kancalı yüzük), Delirium(delilik) içinse chaotic pattern (karmakarışık desen.

4. From Hell
Alan Moore’un yazdığı ve Eddie Campbell’in çizgileriyle hayat verdiği bu karanlık grafik roman, 1880’lerin sonunda Londra’yı dehşete boğmuş bir seri katil olan Jack The Ripper’ın (Karındeşen Jack’in) kimliğini ve eğilimlerini açığa çıkartmaya uğraşan bir müfettişin başından geçenleri konu alıyor. 527 sayfalık bu grafik roman, 1800’lerin sonunda yaklaşmakta olan kapitalist düzene yaptığı göndermeleri, İngiliz Kraliyet Ailesi ve tebaasını eleştirdiği anlatımları ve yozlaşmış toplum hicvi ile sıradan bir polisiyeden çok daha fazlasını sunuyor. Alan Moore’un bu eserinin belki de en ilgi çekici yanı, döneme damgasını vurmuş birçok ünlü kişinin olaylarla uzaktan ya da yakından bağlantılı olduğunun vurgulanması. Bu ünlü kişiler arasında Fil Adam Joseph Merrick, Oscar Wilde, William Morris, Walter Sickert ve bir ara kısa pantolonu ve elma şekeri ile polisin karşına geçip, onlara büyü ve sihir hakkında bir ders veren Aleister Crowley de var.




5. V for Vendetta
Yine Alan Moore’un yazdığı ve bu sefer muhteşem çizgileriyle David Lloyd’un kâğıda döktüğü bu on bölümlük grafik roman, 1980’ler İngiltere’sine distopik bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Anarşinin tanımına Thatcher İngilteresi üzerinden bakmamızı sağlayan, renkleri ve çizgileri ile okuyucunun bilinçaltını kamçılayan ve grafik roman sanatının doruk noktalarından biri kabul edilen bu eser, biraz da kötü bir uyarlamayla sinemaya aktarılmış ve yine de büyük beğeni toplamıştı.

6. Y: The Last Man
Prince of Baghdad, Ex Machina ve Saga gibi birbirinden ilginç işlere imza atan Brian K. Vaughan’nın yazdığı ve Pia Guerra’nın çizdiği bu grafik roman serisi, dünya üzerindeki bütün erkek memelilerin ölmesi üzerine hayatta kalan tek bir erkeğin başından geçenleri, distopik bir gelecek ve anaerkil bir toplum çerçevesinden sunuyor. Fortune dergisi tarafından dünyanın en zenginleri arasından gösterilen 500 kişinin 495’i, makine, elektrik ve inşaat işleriyle ilgilenen tüm işçilerin ve mühendislerin %99’u ve politikacıların %90’ı, ‘Y’ kromozomunu etkileyen bir virüs yüzünden ölünce, hayatta kalan tek erkek olarak yaşamak, aslında o kadar da keyifli bir tatil olmaktan çıkıyor. Kesinlikle kaçırılmaması gereken bir hiciv olarak okumanızı tavsiye ederim.






7. Akira
Bu muhteşem destanı buraya taşımasam kendimi suçlu hissedebilirdim. Katsuhiro Otomo’nun hem yazdığı hem de çizdiği bu 2180 sayfalık manga grafik roman, 2019 yılında (Blade Runner’a bir gönderme mi acaba?) bir nükleer bomba sonrası başlayan 3. Dünya Savaşı sırasında Tokyo’da yaşananları anlatıyor. Çizgilerinin etkisinden saatlerce kurtulamayacağınız bu kült eser, siberpunk görselliğinin doruk noktası olarak anılır.










8. Fables
Bill Willingham’ın yazdığı ve DC Comics bünyesinde çalışan farklı sanatçıların çizdiği, naiflik ile şiddet içeren görsel anlatım arasında gidip gelen, masalımsı bir grafik roman Fables. Aralarında Pamuk Prenses, Beyaz Atlı Prens, Kötü Kurt ve Pinokyo gibi masal kahramanlarının ve karakterlerinin bulunduğu ve kendilerine Fables adına veren bir grup, masal ülkeleri ‘Adversary’ olarak bilinen ancak kimliği açıklanmayan birisi tarafından işgal edilince insanların dünyasına (kendi deyimleriyle mundy world’e) kaçar. New York şehir merkezinde kaçarlarken yanlarında getirebildikleri servetleri ve farklı sihirleri ile Woodland Apartments olarak bilinen bir komün kurarlar.





9. Hellblazer: John Constantine
İlk olarak Alan Moore tarafından yaratılan ve daha sonra, aralarında Garth Ennis, Mike Cary ve Warren Ellis gibi yazarların olduğu bir yaratıcı kadro tarafından sürdürülen bu grafik romanda, bir anti kahraman olarak değerlendirebileceğimiz John Constantine’in maceralarını izliyoruz. Asıl amacı insanlığın iyiliği için mücadele etmek olan bu kahraman, hedefine ulaşmak için üçkâğıtçılığını, düzenbazlığını ve riyakârlığını kullanırken yeri geldiğinde de arkadaşlarını yüzüstü bırakmaktan çekinmiyor. Günde üç paket sigara içen, trençkotlu, karizmatik bir büyücü olan John Constantine aslında bu adi kişiliğine rağmen karanlık güçlerle dünyamız arasında durmayı başaran, beyaz zırhlı bir şövalyedir. İçerik açısından gelmiş geçmiş en iyi grafik romanlar listesinde belki üst sıralarda kendisine yer bulamayacak olsa da, John Constantine karakteri çizgi roman dünyasının yaratmış olduğu en çarpıcı karakterlerden biridir.

10. The Walking Dead
Robert Kirkman tarafından kaleme alınan ve önceleri Tony Moore ve daha sonra da Charlie Adlard’ın çizer olarak üzerinde çalıştığı, zombi apokalipsi türünde bir grafik roman. Oldukça sıradan görünen bu konu, hikâye ilerledikçe zombi salgınının nedenlerine değinmekten çok, anti toplum temalarıyla örülü bir doğalcılık içerisindeki muhteşem karakter gelişimleri ve değer yargılarının sorgulanmasıyla okuru içine çekiyor.











Referanslar: